Salı , Mart 19 2024
fatr
Ana Sayfa / ْTÜMÜ / Araştırma ve Makaleler / ” KAŞKAYI’DAN KIZILALMAYA DOĞRU! ”

” KAŞKAYI’DAN KIZILALMAYA DOĞRU! ”

” KAŞKAYI’DAN KIZILALMAYA DOĞRU! ”

İSA DOĞANLI

 

 

 

Anahtar kelimeler

Kaşkay Türkleri

Qaşqayı Türkleri

Dil üzerinde saha araştırması

Bu bildiri 17. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi’nde sunulmuştur.

 

 

 

 

 

ÖZET

DİL bir ulusun en belirgin özelliğidir ve insanoğlunun bütün tarihini dil ile sürekli onunla iletişimde olan DÜŞÜNCE yapılandırmıştır.

DİL ile DÜŞÜNCE arasında yaşanan veri paylaşımları, tartışmalar ve gerginlikler, evrimin ilk çağlarından şimdiye kadar, DİL_ DÜŞÜNCE kavramını da oluşturmuştur. Bu kavram bütün tarihin yönünü belirtmiş ve yeryüzündeki uygarlıkların temelini kurarak, yaşam yapbozunun en önemli parçası konumuna gelmiştir.

Türkler yeryüzünün en etkin uluslarından biri olarak, insanoğlunun tarihinin birçok önemli noktasında iz bırakmışlardır. Bu yüzden TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE yapısını araştırmak, sadece Türklük adına değil, bütün insanların adına, büyük bir adımdır.

KAŞKAYI Türkleri, İran’ın güneyinde, Kenger(Basra) körfezinin yakınlığında yaşayan bir Türk topluluğu olarak, Dil konusunda eski Türklerden kalan bir dokunulmamış zenginliğe sahipler, ama ne yazık ki Türkçenin bu zengin şivesi, Tacikçe(Farsça)nin baskısında asimile olup ortadan silinmektedir.

Yüz milyonlarca Türkün yaşadığı dünyada, yedi milyon KAŞKAYI türkünün olup olmaması göze gelmeyebilir ancak, Türkçenin bir şivesinin ölmesine tanık Olmak, bir türkün affedilemez yanlışlarının başında gelir! Çünkü Türkçenin her sözcüğü türkün kanı gibidir. Atalarımız demişken; ‘ATIN ÜSTÜNDEKİ TÜRK DEĞİLİSE YÜKTÜR!’ şimdi de biz; ‘KONUŞTUĞUMUZ TÜRKÇE DEĞİLİSE YÜKTÜR!’ diyebiliriz.

Bu gerçeği hiç zaman unutmamalıyız ki; Türklerin kurtuluşunun en kısa yolu, kesinlikle TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE’nin gizemli dünyasından geçecektir!

 

 

 

GİRİŞ

‘İRAN’ ülkesinde yaşayan derin Türk kültürü bu toprakların görsel ve içsel kimliğini tarih boyu sürekli olarak yönetip şekillendirmiştir.

Türk atalarımızın şiir ve edebiyata, mimarlığa, hünere ve kültürel olarak tanıdığımız bütün alanlara bıraktıkları etkiden ziyade, devlet yönetiminde olup biten tüm siyasal kararlarda, dolaysıyla da tarihi olayların denklem noktalarındaki hassas anlarda, parlak izlerini açıkça göre biliriz.

Maalesef birçoğumuz tarihi öğrenmemişiz de, onu hep bize öğretmişler! Hem de hiçbir zaman Türklere karşı iyi niyetli olmayan batılı_ doğulu yazarlar ve sözde araştırmacıların kirli paslı gözlüklerinin arkasından bakarak!

Dolaysıyla uzaktan bakıp  ‘PERS’ adlı bir eski uygarlığa bağlı bildiğimiz bu komşumuza(İran’a) yeniden bakmamız ve onu doğru düzgün tanımamız, şimdiki Türk dünyasında yürütülen siyasi ve kültürel ilişkilerin güçlenmesine ve daha sağlam bir yapıda canlanıp genişlemesine yardımcı olacaktır.

Ancak söz İran’dan olunca Türk dilini ve tarihini araştırmak adına sözde bilgi olan birçok uyduruk saçmalıkları gerçeklerden ayırt ede bilmemiz şart! Neden ki barışçıl bir şekilde toplanmamış veriler asla hakikate yaklaşabilecek sonuçlara varamazlar.

Bu dünyada insanoğlunun yaşamını sürdüre bilmesinin en önemli koşullarından biri, her halde ve her zaman ‘Barış’ı sağlaya bilmektir.

Barışın temeli de ilk olarak kendi varlıklarımıza ve sonrası başka insanların varlıklarına saygı duya bilmemizdir, neden ki kendine saygı duyamayan hiçbir zaman başkasına saygılı olamaz.

Bildiğimiz gibi şimdiki dünyamız artık destanlarda gelen efsanevi bir boğanın boynuzlarının üzerinde dengesini korumak zorunda değil de, siyasi yönetimlerin karmaşık denklemlerinin ortasında, avare bir top gibi fırlamaktadır! Ve mademki böyledir, BİZ’e bu gariban topun daha yumuşak dolaşmasına yardımcı olmak düşer.

BIZ Türkler yeryüzünün en etkin uluslarından biri olmak üzere bütün tarih boyu doğudan batıya ve kuzeyden güneye kurduğumuz devletlerin sayesinde, ilk olarak insanlığı ve sonrası atalarımızdan ve analarımızdan kalan törelerimizi koruyarak yüzler ve belki de binler yıl medeniyetin beşiği olan toprakları korumuşuz.

 

Ancak geçen son asırda emperyalizmin sinsice hazırlanan pusularına düşerek, kendimizi kayıp ettikçe, dünyanın nerdeyse yarısına hüküm eden bir etnikten, birbirlerinden uzakta kalmış ve bazen dil seviyesinde bile ilişki kura bilmeyen ayrımlaştırılmış siyasi toplumlara dönüşmüşüz. Ve ne yazık ki böyle devam ederse gittikçe Türk dünyası küçülür ve Türkiye başta olmak üzere düşmanlarımızın sinsi planlarla parçalamaya çalıştığı birkaç ülke ve konfederasyon halinde kalmağa devam edeceğiz.

Ama hepsi bu değil! Kültürel ve siyasal ilişkilerimiz günden güne azalacaktır ve belki karşı karşıya da getirile biliriz!! Dil anlaşmazlıkları çoğalınca ÖZ’den UZ’aklaşacağız ve tabi ki ölmeden önce, Türk ulusunu Özlüğünden Özgeliğie doğru götüren bulanık sularda yüzmeye ve aniden öteki dünyalardan Türkün kurtarıcısının gelmesini beklemeye devam edeceğiz!

Hal bu ki biz kendi varlıklarımızı görüp de özlüğümüzü yeniden tanımakla, özellikle Ortadoğu’nu ve sonucunda tüm dünyayı bir adım dinçliğe doğru yönlendire biliriz Ve böylesine kendi kurtarıcımız da oluruz.

Acaba bir ulusta Dil’den daha değerli bir şeyi olabilir mi?

İnsanoğlunun yeryüzünde kendini tanıyıp düşünebildiği andan itibaren, DİL sadık bir aracı gibi onunla çevresindeki olayların arasında, güvenilen bir köprü kurmuştur ve böylece DİL- DÜŞÜNCE kavramı uygarlıkların temelini besleyerek bildiğimiz bütün tarihin kurucusu olmuştur.

Yani bir ulusu tanımamız için, Dil’ine değil, onun DİL- DÜŞÜNCE kavramına yaklaşmalıyız. Ancak bu yaklaşımda Dil’i sadece seslerden oluşan bir iletişim aracına indirgemek(en azından konu Türk dili olunca), büyük bir yanlışa neden olur.

Çünkü Türk dili asla klasik çerçevelere sığan bir dil değildir! Tabiri caizse Türk dilini POSTMODERN bir kavram olarak nitelendirmek istiyorum.

Türk dili bir deniziyse, Dilci bu denizde boğulmamağa çalışan bir yüzücüdür! Dolaysıyla bu alanda araştırmacı olarak çalışan uzmanlar, Türk dilini geliştirmeğe yok onun genişliği ve derinliğini keşif etmeğe odaklanmalılar. Tabi ki Türk dilini siyasi sınırların içerisinde tutup saklamağa çalışan düşünceler, bu gerçeği kaldıramazlar.

YÖNTEM

 

Bu bildiri ‘İran’da olan Türk ulusunun değişik dallarında yaşamakta olan kültür ve dil şivelerine dayalı saha araştırmaları sonucu hazırlanmıştır. Dolaysıyla bu doğrultuda elde ettiğim bilgi verileri, bire bir Türk halkının dilinde olan sözler ve sözcüklerden kaynaklanmıştır.

Türk ulusunun sayısız boylarının birçoğu şimdiki İRAN topraklarında yaşamaktadır ve onları değişik toplumlar olarak nitelendirmek de aslında Türklük konusuna siyasi bakanların yanlış anlamalarından kaynaklanan bir yorumdur. Yoksa konu Dil olunca İran’ın güneydoğusunda olan BULUÇ Türklerinden ta kuzeybatısında yaşayan AVŞAR Türklerine kadar, her hangi bir önemsemeli fark ortada bulunmamaktadır. Bu gerçek dünyanın dört bucağında yaşayan Türklerin birçoğunun konusunda da aynen geçerlidir.

Bu nedenle Türkün ne olup ne olacağını uyuşturucu kokan makaleler ve kitaplarında ortaya koyan doğulu_ batılı sözde araştırmacıların yorumlarını bir kenara bırakıp, dil konusuna meraklı olan bütün çalışanları akademik seviyede yürütülen araştırmalarıyla beraber, Türk ulusunun yaşam alanına girmeleri ve bu sahada da gerçek veriler toplamalarının önemini vurgulamakta fayda var.

Bu araştırmada ‘TÜRKÇE’ bir bütün olarak temel tutulup, ondan ayrılan değişik şiveleri, Avrupa’dan Çine kadar bir köke bağlayabileceğimize ve bu güçlü kökten ortaya çıkan DİL_ DÜŞÜNCE yapısının Türkleri yeniden bir araya getirebileceğine dair bir sürü kanıtlar ve bakışlar ortaya koyulmuştur.

Aslında bu kısıtlı fırsatta, bildiğimiz ve her gün konuştuğumuz dili, yeniden inceleyip onula tanışmağa ve sonrası ‘DANIŞMAĞA’ doğru yürüyerek, Türk uygarlığını tarihin derinliklerinden bu zamana kadar taşıyan TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE kavramına bir bakış atacağız.

Bildiri dili Türkçe olmak üzere KAŞKAYI şivesiyle başka şiveler arasında dolaşmaktadır ve genel olarak basit örneklerle muhatabı yumuşak bir şekilde Türkçenin değişik şivelerinin arasında gezdirmeye çağırıyor.

Dil alanında saha araştırmaları, hep zaman alıcı ve zor bir iştir çünkü bir dilin sadece bir şivesinin inceliklerini doğru düzgün öğrenmek bile baya bir emek gerektiriyor, özellikle eğer araştıracağımız dil Türk dilinin ailesinden bir şive veya lehçe olursa.

KAŞKAYI şimdiki İRAN ülkesinin orta ve güney bölgelerinde yaşayan bir Türk topluluğu olarak, altı milyona aşkın bir nüfusa sahiptir. Genellikle türkün eski törelerine bağlı olan bu Federasyonda kültür ve dil açısından hala araştırmacıları bekleyen tanınmamış bir zenginlik var. Şimdi KAŞKAYI’nın Türk ulusunun sadece bir küçük dalı olduğunu düşünürsek, Türk dilinin ne kadar geniş ve güçlü bir dil olduğunu çok iyi anlayacağız.

 

BULGULAR

Dil zaten gizemli bir kavramdır. Onun derinliğini ve sırlarla dolu olan doğuş kaynağını görmezden gelmek ve şifresini sadece ses laboratuvarlarında çözmeğe çalışmak kesinlikle yanlıştır ve bu kavram, sadece insanoğluna ayıt olmadığı için, ancak evrensel bir bilgiyle çözüle bilir.

Yeryüzünde yaşayan her canlıda kendi türüyle iletişim kurabilme yeteneği var, ama bizim onların birbirleriyle ne kadar anlaşa bilmelerinden pek doğru bilgimiz yok. Ancak belli olan şu ki bütün canlılar DİL’den yararlanıyor onu kendi yaşamlarında kullanıyorlar. Ama bildiğimiz ses dizisinden oluşan ve sadece insanlara ayıt olan dil değil, belki daha eski ve daha derin kaynaktan beslenen bir kavram.

Pekiyi acaba insanoğlunun dili nasıl oluşmuş?

Maymunların olgunlaşmış iletişim aracı mı bize miras kalmış?

Yoksa dil gökten getirdiğimiz gizli bir silah mı?

Belki de atalarımızın sözleşmesi sonucu, biçimbirim(morfem) konumuna gelen anlamsız sesbirimlerinin rastgele seçiminden ortaya çıkan olaydır?

Bu soruyu cevaplamamız için şu iki yorumun birini seçmeliyiz:

_ ya insanın oluşu ve yaşayışını bu gezeğene bağlamalıyız…

_ ve ya başka bir yurtta olgunlaşmasından sonra, yeryüzüne sürgün olmasını düşünmeliyiz.

En azından şimdilik bilim dünyası ikinci yorumdan pek hoşlanmıyor ve bu konuda tartışmağı, gelecek zamanlara ertelemekten yanadır. Ama insanoğlunun evrimini bütün canlılar gibi yeryüzünde olan bir sürü seçeneklerin sonucu bilmek hem bilim açısından ve hem şimdiki beyinlere hüküm eden mantık açısından genel olarak kabullenmiş bir yorumdur. Dolaysıyla insana bağlı olan her şeyin de doğal olarak yeryüzünde geçerli olan kurallar ve yasalara uyması ve bu uyumda olgunlaşmağa doğru yürümesi kaçınmaz bir gerçektir.

Yani bizim de bir evrilme hikâyemiz var tıpkı başka canlılar gibi. Bilime göre sonucu bize varan küçücük bir sürü organizmalar bu topraktan evrile_ evrile değişik şekillere girip bitkisel ve ya hayvansal yaşamları deneyip, sonuçta bir tür insana benzer maymunu oluşturmuşlar ve görünüşe bakılırsa şimdiki biz de o maymundan türenmişiz.

Ancak yaşam hikâyemiz ne olursa olsun, bizi ilgilendiren Dil’in bu dünyada ve tam insanın evrimleşme beşiğinde, nasıl onunla beraber doğması ve olgunlaşmasıdır. Bu yüzden DİLEVRİMİ’ne özenle yaklaşmamız dilcilik yolunda olan gizemlerin çözmesine yardımcı olacaktır.

DİL_ DÜŞÜNCE

DİL_DÜŞÜNCE kavramı, DİL EVRİMİ’ne yakından bağlı olan bir kavramdır ve onu insanoğlunun evrimine yüzeysel bakmamakla, daha da iyi anlaya bileceğiz. Çünkü yaşam felsefesine, bir bütün olarak yaklaşmayınca, sonuç batılıların da beğendiği uzmanlık Bilimlerinin(!!!) parçalanmış dünyasında gezinip kayıp olmaktır.

DİL_ DÜŞÜNCE’nin temeli evrenin oluşuna ve özellikle insanın özlüğüne doğru yürüttüğü yol üzerine kurulmuştur. Dolaysıyla bu kavrama dayanan yeni bilgileri, (en azından şimdilik) laboratuvarlarda değil yaşamın doğallığında ancak denetleye biliriz.

Bu bakış açısından DİL’i en azından beyin kadar karmaşık ve gizemli bir varlık olarak tanımlaya biliriz.

Bu varlık, beyinin dışarıdan gelen verileri analiz etmesi sonucu oluşan evrilmenin ‘işletim sistemi’ olarak gittikçe genişlenip güç kazanmış ve böylece düşünce ile dil arasında kopmaz bir bağ oluşmuştur.

Beyin yeni bir olayla karşı karşıya geldiği an, Dil’deki söz ve bilgi dağarcığına dönerek yeni bir tanıtım anlamını yaratmağa çalışmış ve bu süreçte doğanın kurallarına dayanarak yeni SES_ ANLAM parçacıklarını deneme_ yanılma yöntemiyle bulup eskiden dağarcığında var olan sesler ve sözlere eklemiştir. Bu süreç sürerken çevreyi algılaya bilen cisimdeki tüm araçlar, yani beşli hislerle birlikte, bütün ten ve sinir sistemi aynı yöntemden yararlanarak beyinin istediği yönde gelişip TEN_ ANLAM parçacıklarını oluşturup bilince ve sonrası alt bilince eklemiştir.

Böylece, ten ile tende depolanmış verilerin arasında zarif ve oldukça detaylı bir ilişki sağlanmıştır. Ve sonuç belli…

Düşünce, ‘DİL’ adlandırdığımız bu üstün zekâlı sistemle birleşmek üzere yapılanmıştır. Yani ilki sonu belli olmayan bir hikâye gibi, düşünce dili ve dil de düşünceyi yaratıp bütünleştirmiştir.

İşte DİL_ DÜŞÜNCE’nin yaranışı böyleymiş!

DİL_ DÜŞÜNCE ÖRGÜSÜNÜ SÖKMEK

Dil’i yeniden tanımak için artık onu sıradan bir ses düzeneği gibi değil, aşırı derecede akıllı bir canlı Gibi değerlendirmeliyiz.

Pekiyi dili nasıl inceleyip onunla düşünce kapısını açarak DİL_ DÜŞÜNCE dünyasının gizemlerini çöze biliriz?

Acaba bize dilin ilkel altyapısına ve sonuçta düşüncenin temellerine doğru yol gösteren bir yöntem var mı?

Dili sadece seslerden oluşan anlamlı ve ya anlamsız bireylerin yapılanmış durumu değil de, sinir sinyallerini, ten algıları ve tepkilerini, değişik ses parçacıklarını ve hatta eski genlerden bu zamana taşınan şifreleri içeren, yüzbinler yıl evrimin sonucu ortaya çıkan bir canlı varlık olarak kabul edersek, o zaman DİL_ DÜŞÜNCE bir ulusun bütün düşünebilecekleri ile DİL arasındaki ilişki sonucu örülmüş birer zeki yapıdır.

Yani onunla karşılaştığımız dil bulmacası ancak bu örgüyü sökmekle çözülmeye doğru yönele bilir. Bu ters mühendislik DİL_ DÜŞÜNCE’yi yaratmak kadar karmaşık ve zor olmasa da, oldukça bilgi gerektiren ve zaman alıcı bir iştir. Bu açıdan bir dili o dilde konuşan insanların düşünce yapısını bilmeden asla çözmek olmaz ve karanlıkta fil hayvanına dokunan kişilerin hikâyesi gibi, araştırdığımız dili tansık yaratıklara benzetmemize yol açar.

Örneği kaşkayı ağzında ”O” sesbirimini tanımamız için bu sesin ilkel kimliğini ve onun kaşkayı düşüncünde ne kaynaktan beslenmesine dair detaylı bilgilerin elde olması gerekiyor. Belki de bu ses bir zamanlar ‘biçimbirim'(morfem) olarak yaşıyormuş ve içinde gizli kalan bu özelliğini yüzbinler yıl sonrasına kadar taşıya bilmiştir.

Dolaysıyla ‘O’dan budaklanan bir sürü sözcüğü ve KAŞKAYI kişisinin onlara olan bakış açısını bir de bu bakışın etkisinde ortaya çıkmış bütün ürünleri (kültürel, tarihi, bilimsel vesaire…) bir araya getirdikten sonra, elimizde olan verileri didiştirerek ‘O’ sesinin geninde gizlenmiş ilkel özellikleri bula biliriz.

Bu yöntem bizi DİL_ DÜŞÜNCE’yi üreten üstün akıllı doğallığa doğru yönlendirecektir ve sadece o zaman bir dilin yapısına dokunup da düşünce alanında yeşerttiği ince filizlerin koparmasının ne kadar kaba ve sert bir davranış olduğunu anlaya biliriz.

Dil bir buz dağı olsa, ses o dağın su yüzünden görüne biler kısmıdır. Dolaysıyla sesleri görmezden gelmek su altında olan dev dağın yok sayma anlamına gelir ve bu yeni dilciliğin en kritik hatası ola bilir.

SESDEN SÖZE YOLCULUK

Dilin sadece yazılabilecek kısmını var saymak şimdiki pratik sever dünyanın bir gerekçesi haline dönmüş olsa da, insanların yazılmayan ve ya yazılamayan yöntemlerle bile ilişki kura bilmelerini biliyoruz. Türk kültüründe KUŞDİLİ adlandırdığımız yazılamaz şifreli seslerden, bazı ilkel toplumlardaki şaşırtıcı iletişim araçlarına kadar değişen bir alanla karşı karşıya geldiğimiz an, modern dilciliğin dil konusuna ne kadar aceleyle yaklaşmasını, gayet iyi anlayabiliyoruz.

Bu nedenle bir toplumun boğazından çıkan bütün sesleri dikkate alarak DİL_ DÜŞÜNCE ağacının en ince budaklarından, köke doğru yol almalıyız.

Örneğin KAŞKAYI’da ondan konuştuğumuz ”O” sesine DİL_DÜŞÜNCE açısından bakmak istersek, bir sürü veriyi incelemeliyiz:

_ O sesi Tacik(Fars) dilinin etkisi altında değişmeyen seslerdendir.(bu ses TACİK dilinde de var).

_ ”O” bencillikten kurtaran kısa bir biçimbirim gibi, BEN’den sonradaki varlık Konumundadır. ‘O’ Ben’e karşılık verebilen kavramdır.

_ O sesi ile başlanan sözcükler:

_ ‘OL’, ‘O’ sözcüğünün başka bir varyantı Olarak, var olmak ve var olana işarettir.

_ ‘OD’ , ATEŞ demektir. OD, Türk töresinde en kutsal anlamlardan biridir. Şaman OD’suz öteki dünyalarla ilişki sağlayamaz ve Kaşkayıda OD yaşamın dinçlik temellerinden biridir.

_ ‘OBA’ çadırlardan oluşan yaşam alanı ve bu alanda yaşayan tüm üyelere denir. Bu sistem ancak emniyet, akrabalık, inanç veya töreler gibi bir odak noktasının civarında kurulur.

_ ‘OT’ bitki anlamına gelen ve göçebe yaşamındaki sürekli yaşanan göçün yönünü belirten bir sözcüktür. Ayrıca bu kökten yaranan bir sürü sözcük, Kaşkayıların yaşamında ‘OT’ sözcüğünün bıraktığı etkiyi vurgulamaktadır.

_ ‘OCAQ’ od kavramının odak noktası ve Kaşkayı felsefesinde en kutsal kavramlardan biridir. Genelde her boyun kendine özel bir ocağı var. OCAQ (ocak) Şamanizm’e dayanan birçok inancın kaynağı olarak, kaşkayı kişisinin ölümünden sonra da onu tek bırakmayan bir yoldaşıdır ve bu yüzden boyların damgasına da ‘OCAQ’ denir. Bu ocak simgesi mezarların taşına da kazınır. ‘OCAQ’ bir obanın kötü ruhlarla savaşan en güçlü silahlarındandır. ‘OCAQ’ savaşları durdura bilen ve bazen yargıç Konumuna gelebilen, iyiyi kötüden ayırt edebilen bir yaşam üyesidir. Bir kız ata evinden ayrılarken ocağın etrafına dolaşıp onu ziyaret edip öpmeden ve kutsanmış külünü alıp beline bağlamadan dinç bir evliliğe varamaz.

_ ‘OW’,  O’ köküne bağlı olan en işlek biçimbirimlerden ‘O’ile, eski bir ses bileşimi olan ‘W’dan ortaya gelen bir sözcüktür. Onda gizlenmiş birçok anlam, kaşkayı insanının yaşamında sayısız etkiler bırakarak DİL_ DÜŞÜNCE yapısında yer almıştır. ‘OWSUN'(efsun!!) gibi derin anlamlı sözcüklerin kaynağı da ‘O’ sesinden beslenmektedir.

_’OWSUNLAMAQ’ büyülemek gibi bir töredir ancak temeli kaşkayı kişisinin ‘Ö’zü(kendisi)ile âşık olduğu ‘O’nun (başkasının) arasındaki gizemli ilişkiye dayanmaktadır. Ve bu sevginin ayağı toprak yüzündeki günlük ihtiyaçları gidermek üzere Avcıyla Avın arasında yaşanan ‘OWLAMAK'(avlanmak!!) törenindeyken, başı öteki dünyalardan esen gibi olan algıların etkisinde Aşıkla Maşukun arasında yaşanan sevilme ve sevişmelerin tavanındadır.

_’OX’ odaklanmanın bir başka simgesidir, bu sözcük ‘OW’ ses bileşiminden ürenmiş bir kök olarak, bir sürü sözcüklerin anası sayılıyor. ‘OX'(OK) beyinin odaklanarak ‘OXUYUP'(okuyup) dışarıdan gelen verileri önceden öğrendiklerine ‘OXŞATIP'(benzetip) ilerledikçe ‘OXUND'(yazıp okuma bilen insan) ola bilmesini sağlayan bir araçtır.

Ayrıca, ‘OWSUNLAMA’ sonucu trans durumuna varandan sonra, ‘OX’, ‘BEN’den kopup ‘O’na doğru fırlatılan bir parçadır. Ben Onu böylece ‘OXLAYIP’ ve sonrası kendi ‘OWUM’ (AVIM) kılacağım. Kalırsa ‘OBAMLA OCAĞIMIZIN OWQANINDA OYNAYARAK OWUNACAĞIM’ (obamla ocağımızın civarında oynayarak avunacağım), ölürse de ‘OXLANMIŞ OWUMA OXŞAYIP AĞLAYARAK OWUNWCAĞIM’ (oklanmış avıma okşayıp ağlayarak avunacağım).

_’OĞ’ oluş anlamını kavrayan ‘DOĞ’ sözcüğünün çekirdeği olmak üzere, ‘OX’ gibi ‘OW’ kökünden dallanmış bir biçimbirimdir. Bir sürü anlamın kökü bu sözcüğe bağlanarak, kaşkayı yaşam biçiminde, ümit ve sürdürülebilirliğin simgesidir. ‘OĞUL’, ‘OĞUŞ'(bir genden olanlar) ve ‘OĞUR'(uğur) gibi sözcüklerin de kökünü burada bulmalıyız.

_’OY’ sözcüğü de ‘OW’ bileşiminin bir başka içeriği olarak, ‘bilgi’ anlamını taşımaktadır. Ondan ‘OYATMAQ’, ‘OYDURMAQ(sallayarak hipnoz etmek), ‘OYLUNCAQ(oyuncak) ve çok daha ilgili sözcükler doğmuştur.

Bunlar ‘O’ sesini incelememiz için elde ettiğimiz verilerin bir küçük bölümü olsa bile, DİL_ DÜŞÜNCE kuruluşunu anlamamızın ne kadar detaylı ve ince bir yoldan geçtiğini iyice vurgulamaktadır.

Bu süreçte kaşkayıda yaşayan inanç ağacının küçük bir dalından hemen kenardaki dala geçerek, düşüncenin dile ve dilin düşünceye nasıl bir etki bıraka bildiğini görmüş olduk.

Belli olan şu ki ‘O’ sesi, kaşkayı şivesinin eski seslerinden biri olarak, yakın çevrede olup biten yaşam olayları ile ilgili bir sestir. Bu ses bir sözcüğün ilk hecesinde geldiğinde, onun kavramını kutsal duygulara doğru götürüyor. Bu ses tek başına da, genel olarak bir anlamı var, o da; ‘EN YAKINDAKİ ÖZGE’ gibi bir anlamdır.

Ayrıca ‘O’ sesinin başka seslerin yanında gelmesi, öbürlerinin nerde gelmesine bağlı, birçok eş kavram sözcük yarata bilir ve bütün bu sözcükler kaşkayı insanının günlük yaşamının doğal olayları ile bu olayları damgalamağa çalışan beyninin arasında yaşanan verilerin akışı sonucu gittikçe olgunlaşmıştır.

Dolaysıyla her Sesin bir ‘SÖZ’ olduğuna inanıp, ‘DİL_ DÜŞÜNCE’ örgüsünde itmemek için, dilimizin seslerini korumakla insanoğlunun yeryüzündeki yaşam ağacının tam neresinde olduğuna dair, kanıtlar elde ede biliriz.

Her canlı kendi türüyle iletişim sağlamak için bir sürü olasılıklardan yararlanıyor. Tabi ki Dil, bazı canlıların biz insanların duya bilmediğimiz hislere dayanan gizemli iletişim araçlarından, normal ses dalgalarıyla bizimkine benzer bir biçim genişletmiş ses yapılarına kadar değişen bir şifreli kavramdır. Bu yüzden dilin doğuşunu ilk canlıların yaşamağa başladıkları döneme bağlamalıyız. Bu şimdiki birçok dilcinin pek beğenmediği ve karşısında gard aldığı bir gerçektir hal bu ki gerçekleri korkarak değil, severek bulabiliriz.

TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE

Bir ‘KAŞKAYI’ Türkü olarak benim ana dilimdeki sözler ve yöremdeki kültürün detayları uzaktan bakan her başka Türkün gözüne bir yeni bulgu gibi gelebilir, ama aslında TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE açısından, hiçbirisi yeni bulgu sayılamaz, neden ki bir SES_ ANLAM’la karşılaşmak, önceden onu başka birilerinin bulması ve günlük yaşamında kullanmasına işarettir. Dolaysıyla Türk lehçelerinin hepsini tanımadan bu dolgun denize bir damla bile artıramayız.

Siyasi nedenlere göre, Doğu Türkistan’dan Avrupa’ya ve Sibirya’dan Hindistan’a kadar, bu üstün dilde konuşan onlarca topluluğu, TÜRK adlandırmasalar da biz yeryüzünde tek bir Türkçe ve tek bir Türk Ulusunun var olduğuna inanmak zorundayız ve bu bakışı siyasi nedenlere değil, dil felsefesine dayandırmalıyız.

Ancak o zaman Ana gibi bizleri bu zamanlara kadar çattıran ve tarih boyu kültürümüzü kendi damarından besleyen Ulu TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE’mize yeniden kavuşa biliriz.

Yüzyıllar boyu göz ardı edilmiş TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE kavramının parçalanmış yapbozunu birer birer toplayıp bir ara getirmek, tabi ki kolay bir iş olmayacak ama bunu bilmeliyiz ki; Türk budununun bir araya gelmesinin tek yolu, DİLBİRLİĞİ’nden kaynaklanan GÖNÜLBİRLİĞİ’dir.

Dolaysıyla TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE yapısının gücünü, yeniden keşif etmek üzere, dilimize layık bir kararlılıkla, bu kavramın gelecekteki Türk dilciliğinin temeli olarak değerlendirmeliyiz.

SİYASET DİLİ’NDEN DİL SİYASETİNE

Bu yorum ne kadar acımasız göze gelse de; ”Tarih’e dönüp baktığımızda, devletlerin açısından Dil sadece bir araçtır”. Onların hükümlerini halklara iletebilen bir araç ve tabi ki her devlet elindeki imkânların en pratik kullanım yolunu beğeniyor. Yani Dil resmen bir kul olarak, binler yıl siyaset insanlarına hizmette bulunmuş ve tabi ki bu DİL_ SİYASET kavramını ortaya koyan ilişkinin temeli sömürgecilik üzerine inşa edilmiştir. Devletin dil tanrısının konumuna geldiği an, DİL_ DÜŞÜNCE kavramı, kendi dünyasının en derin noktalarına geri çekilerek devleti dilin en yüzeysel söyleyişiyle baş başa bırakmıştır.

Böylece devletlerin kulluğunda olan diller, sadece DİL olarak bir alet konumuna gelirken, halkların çevresinde dil ile düşüncenin buluştuğu alanda, kendiyle barışık bir canlı kavram, genişlenmeğe başlamış.

‘Devletin kendisi de insanlardan oluşan bir sistemdir, acaba dilin devletteki kolu da genişlenmek potansiyeline sahip değil mi?’ Sorusunu soran olursa, tabi ki o bölüm de genişlenip kendini onara biliyormuş diyeceğiz, ancak devletlerin ömrünün DİL_ DÜŞÜNCE kavramına göre oldukça kısa olması ve başka taraftan da hiç iki devletin dile bakışlarının ayni olmaması, devletlerin kulluğunda olan DİL DİLİMİ’nin sürekli geri kalmasına yol açmıştır. Bu nedenlere göre dili siyasileştirmek ne kadar siyasete yarar ise, bir o kadar da dile zarar vermektedir.

Ancak Dil’e öncelik verip onu siyasetin kılavuzu haline getirdiğimizde, DİL_ DÜŞÜNCE alanı demokratikleşerek bir ulusun kurtarıcısının konumuna gelecektir. Yani; ‘DİL SİYASETİ, SİYASET DİLİ OLACAKTIR’.

DUYULMAYAN SESLER

Dediğimiz gibi DİL_ DÜŞÜNCE’nin oldukça zarif bir dokusu var ve bir canlı gibi davrana bilmesine inandığımızda, onunla tekyönlü bir ilişkiye girmeği de artık unutmalıyız!

Bu konuya daha fazla odaklandığımız zaman, kendi beynimizin ve sonucunda bütün düşünebileceklerimizin de bu varlığın Küçük bir parçası olduğunu göreceğiz. Bu yüzden içinde doğup büyüdüğümüz düşünce alanına saygı duyarak, köşelerindeki unutkanlık tozlarını silip onunla barışmalıyız.

Bildiğimiz üzere SES, Dilin gizemli altyapılarından biridir ve zaten modern dilcilikte en önemlisi ve belki de tek altyapısı olarak değerlendirilmektedir. Bu yüzden SES’e değer vermek, dile ve ona bağlı olan düşünceye(söze) değer vermek demektir.

QAŞQAYI şivesi Azerbaycan ve Anadolu şivelerine benziyor ve Alfabede Azerbaycan’a göre iki ses ve İstanbul şivesine göre dört ses fazlası var.

Bir sözcük veya biçimbirimdeki(morfem), sesbirimlerinin(fonem) her hangisinin değişmesiyle anlam değişikliği yaşanıyorsa, bu yeni bir sesle karşılaşmışız demektir.

Azerbaycan şivesinde, İstanbul şivesindeki gibi, ‘Q’ /q/ sesi yoktur.

Bu ses Azerbaycan’da /G/ ve Türkiye’de /K/ ve /G/ olarak yer almaktadır ve genel bakılırsa DİL_ DÜŞÜNCE kavramına büyük bir zarar vermeden, dilden silinmiştir. Ancak Kaşkayı’da durum farklı. Aşağıda gelen örnekler bu konuyu anlamakta yardımcı olur:

_ QAŞQAYI ve AZARBAYCAN

QUM /qƱm/ : toprağın en yumuşak durumu_ kum/

GUM /gƱm/ : derin

QALA /qʌǀʌ/: kale

GALA /gʌǀʌ/: yırtık _ ağzı geniş

QAB /qʌb/: konteyner

GAB /gʌb/: büyük

QAR /qʌr/: kar

GAR /gʌr/: yarışmada son olan kişi _ tembel

QAZ /qʌz/: kaz

GAZ /gʌz/:  öndeki dişler _ iti

_ QAŞQAYI ve TÜRKİYE

QAN /qʌn/: damardan akan sıvı _ kan.

KAN /kʌn/: uçurum.

QAT /qʌt/: üst üste konulmuş şeylerin her biri _ kat.

KAT /kʌt/: pelvik kemiği.

QAS /qʌs/:kas.

KAS /kʌs/: bulanık.

QUT /qƱt/: kutsallığa bağlı _ gıda.

KUT /kƱt/: kısa _ alçak.

QUR /qƱr/: derin _ bataklık.

KUR /kƱr/: küçük _ narin.

QUL /qƱǀ/: kul.

KUL /kƱǀ/: keskin olmayan _ körleşmiş(bıçak).

QOÇ /qotʃ/: koç.

KOÇ /kotʃ/: bucak _ dar açı.

Bu örnek sözcüklerden bir sürü daha da buluşmaktadır ve görünüşe bakılırsa, QAŞQAYI şivesinde, K/k/  ve G/g/ seslerinin yanı sıra, Q/q/ sesine de yer vermeliyiz.

Bu yöntemle bir kaç daha sesin QAŞQAYI ve AZERBAYCAN şivelerinde var olduğunu kanıtlaya biliriz. Bu sesler birkaç örnekle aşağıda bulunuyor:

Ə/æ/ sesi:

ƏL/æł/: kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan bölümü.

EL/eł/: ulustan küçük olan TAYFA’dan büyük olan insan topluluğu.

BƏL/bæł/: belirti sözcüğünün kökü ve bilinen anlamına gelen bir sözcük.

BEL/beł/: gövdede üst bölüm ile alt bölümün arası.

BƏN/bæn/: dağ fıstığı _ deride oluşan ve rengi genelde siyah olan noktalar.

BEN/ben/: akılı az olan kişi.

ET/et/: eyle.

ƏT/æt/: et.

ER/er/: yer gezeğeni.

ƏR/ær/: iğit _ koca.

X/x/ sesi:

XAN/xʌn/: ağa_ büyük.

QAN/qʌn/: kan.

KAN /kʌn/: uçurum.

XOŞA/xoʃʌ/: birleşmiş taneler_ salkım.

QOŞA/qoʃʌ/: paralel.

GOŞA/goʃʌ/: bıçak.

XUM/xƱm/: küpe.

QUM /qƱm/ : toprağın en yumuşak durumu_ kum.

GUM /gƱm/ : derin.

Bu seslerden başka, iki tane de ses bileşimi kaşkayı’nın şivesinde, Azerbaycan ve Türkiye’den fazla var:

W/oƱ/

NG/ŋg/ ve /ŋɟ/

NQ/ŋq/

Bu ses bileşimlerinden birkaç örnek:

ÇOW/tʃoƱ/ → /tʃo[w]/: haber ve ya kokunun yayılması.

OWŞA/oƱʃʌ/ → /o[w]ʃʌ/: evin etrafındaki alan _ kaç evin ortasındaki açık alan.

OWADANLIQ/oƱʌdʌnǀəq/ → /o[w]ʌdʌnǀəq/: birkaç evden oluşan yaşam alanı _ kent _ yerleşim alanı.

MİNG/miŋɟ/: Bin sayısı.

TUNG/tƱŋg/: su konteyneri.

DONQUZ/doŋqƱz/: domuz.

Ayrıca sözcük bakımından da İran şivelerinde olan farklılıklardan birkaç örneğini ortaya koymakta fayda var:

_ ‘BAĞ’ köküne bağlı olan ‘BAĞIŞLA’ sözcüğü Kaşkayı’da kullanılmaktadır. Bu sözcük Azerbaycan ve horasanda da yaygındır.

İstanbul şivesinde tam TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE kavramına yatkın olan bu sözcük, sözlüklerin köşesine sıkışmış durumda ve günlük yaşamda ”Pardon” sözcüğü, yerini doldurmaktadır.

_ ‘YAPMAK’ İran şivesinde sadece şekillendirile bilen şeyleri baskı altında yayıp yassıltmak anlamındadır. Bu sözcük TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE örgüsünde ‘Y’ sesinden evrilmiş bir anlamdır ve sadece özel durumlarda, ‘etmek’ ve ‘eylemek’ anlamına gele bilir.

_ ‘TEKSİRMEK’ Kaşkayı şivesinde ‘reklam etmek’ anlamındadır. Bu sözcük, ‘TEK, DEK, TAX, TAW’ gibi sözcüklerin ortak düşünce yapılarına bağlı bir sözcüktür.

_ ‘QAT’ kökünden evrilen ‘QATAR’ sözcüğü, ‘TEREN’ anlamında bütün İran Türklerinin şivesinde yaygındır.

_ QAŞQAYI şivesinde ‘nazal N’ sesi, hem sözcükte hem de dil yapısında değişim yaratır(bu özellikler Anadolu şivesinde de bulunmaktadır):

MIN: inmek karşıtı. min≠in.

MİNG: on çarpı yüz. 1000 sayısı.

TƏN: beden.

TƏNG: dar_ dere.

SƏRİN: serin.

SƏRİNG: güneşin doğuşundan hemen sonra.

GÖZÜNÜN RƏNGİ: onun gözünün rengi.

GÖZÜNGÜNG RƏNGİ: senin gözünün rengi.

Üstte gelen bilgilere göre sesbilimi bakımından KAŞKAYI şivesiyle başka Türk şivelerinin arasında bir fark görünse de, birçok değişik Türk şivelerinde hala bu seslerin yaşadığına inanıyorum. Örneğin ANADOLU şivesinde bu seslerin birçoğu bulanmaktadır ve bu hiç de şaşırtıcı olmamalı, çünkü bu iki şive bir kaynaktan beslenip bir düşünce alanında oluşmuşlar. Dolaysıyla dilimizde olan seslerin özelliklerini araştırıp bulmadan ve ondan beslendikleri düşünceyi tanımadan, onları dışlayıp başkalarına ayıt bilmek, kesinlikle yanlıştır.

ÖZGELİKTEN ÖZE GÖÇ

DİL_ DÜŞÜNCE bakımından Türk Ulusu, bir budun olarak birleşmiş sayılsa da, siyaset bakımından bu yapıyı gerçekleştirmek için gedeceğimiz yol hala çok.

Dilin diriliş sürecinde, Siyasi kararların ne kadar olumlu etkiler bırakabildiği çok net bir gerçek olarak ortada, ancak dilciler için dili uluslararası bir konu başlığı durumuna getirmek bir hayli zor. Çünkü maalesef çağdaş tarihte özgelerin bizleri ayrımlaştırıp birbirimizden ötekileştirme projesi şaşırtıcı bir başarıyla yürütülmüştür. Ve şimdiki siyasetçilerimizin düşünce yapılarının aslında ‘parçalanmış Türkçe’den beslendiğini düşündüğümüz zaman, bu özgeleşmenin nedeni tam olarak ortaya çıkacaktır. Nerden bakılırsa biz Türklerin karanlık bir yüz yılı arkada bıraktığımız belli ve bu zor yıllarda siyasetçilerimizin de zor günler geçirttiklerini unutmamak gerek. Ancak öten çetinlikleri unutarak, bu günü hepimizin uyanış günü adlandırmalıyız.

İlerimizdeki davaya hepimiz birlikte var gücümüzle katılsak eğer, ancak o zaman Türkçenin kurtarıcı doğuşunun belirtilerini görebiliriz.

Bu arada en ağır görev dilcilerimizin boynundadır. Onlar Türkçenin savcısı olup, TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE’yi bütün Türk dünyasında hak ettiği konuma getirmek çabasının en etkin katılımcıları olmalılar ve gizemli Türkçenin unutulmuş güzelliklerini yeniden keşif etmekle bütün Türk siyaset âleminin ilgisini dil konusuna çekmeliler ve Tabi ki bu işin ne kadar uzun vadeli ve zor olduğunu bilerek. Ancak böyle özgelikten öze varırız.

KIZILALMA

Kızılalma(Kızılelma) Türk töresinin vazgeçilmez simgelerinden biri olarak, TÜRKDİL_DÜŞÜNCE kavramının tam içinden doğmuş bir inançtır. ÖZ’den ÖZGE’ye varan yolun tam sonunda bizi bekleyen bir kavramdır. Ancak ne mutlu bize ki, ÖZGELİKLERE varınca, hep ÖZÜMÜZDEN bir parçaya varmış gibiyiz ve böylece ‘KIZILALMA’ bir kuş olup sürekli özelleşmiş konumdan yeni bir özge konuma göçmektedir.

Belki de bu yüzden; ‘Türk çocuğu kurt olur, bastığı yer yort olur!’ demişler.

Bizim KIZILALMA’mız sürekli arzularımızın doğrultusunda göçmektedir. AL kanımızla Alacağımız Alanların Alnında Al renkli bir ALMA düşünürüz. Bu ALMA, bizim KIZILALMA’mızdır.

SONUÇ VE ÖNERİLER

TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE’sinin akıllı ve canlı bir kavram olduğunu düşünürsek, bu yapının sağlamlaşmasına yardım etmek, dil alanında çalışan araştırmacıların görevidir. Bu da ancak Türk lehçelerini inceleyip onarda gizli olan bilgileri bulmakla olur.

Bu bilgiler, siyaset dünyasına da aktarılırsa, gelecekteki siyasi kararlarda etki bırakacaktır ve sonuca vardığımızın ne kadar zaman alıcı olduğuna bakmayarak, kesinlikle Türk birliğinin temelinin sağlam bir şekilde atılmasına yardımcı olacaktır.

TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE’yi türk birliğinin asıl temeli tutarak, birkaç basit yöntemi uygulamakla Türk budununun geleceğini garanti altına alabiliriz:

    1. Türkiye başta olmak üzere bütün Türk ülkeleri ve cumhuriyetleri, Türk lehçelerini akademik seviyede araştırıp, bu konuyla ilgili olan araştırmacıları üniversitelerde bir orta getirmekle bilgilerini öğrencilere aktarmakta yardımcı olmalılar.
    2. DÜNYA TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE KURUMU (DTDK) adında bir araştırma merkezi kurulmalıdır.

_ Bu kurumun üyeleri, Türk dünyasının dil_ düşünce alanında uzman olan seçkin insanlarından oluşmalıdır.

_ Bu kurumun görevi TÜRKDİL_DÜŞÜNCE yapısının inceliklerini keşif etmek üzere, dilimizi daha bilimselleştirmek için Türk siyasetçilerine öneride bulunmaktır.

_ Türkiye ülkesinin dünyadaki siyasi konumuna göre, İstanbul şivesi bütün Türk dünyasının ortak şivesi olmalı, ancak uzun gelecekte, sözcük ve ses bakımından başka Türk şivelerine daha da yaklaşmalıdır, bu yüzden DTDK’da alınan kararlar TDK ile sözleşip anlaşarak olacaktır.

_ DTDK’nın bir görevi Türk lehçelerindeki öz Türkçe sözcükleri her yıl kurulan toplantıda, TDK’ya önerip TÜRK DİL KURUMU’nu yabancı sözcüklerin yerine, başka şivelerde yaygın olan Türkçe sözcükleri kullanmağa ikna etmektir.

_DTDK’nın bir başka görevi yeni yabancı sözcüklerin yerine TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE’sine uygun olan sözcükler bulmak(oluşturmak)tır.

    1. Türk dünyasının her tarafından, seçkin araştırmacılar ve öğrencileri, DTKD yapısını genişletme amaçlı, Türkiye üniversitelerinde eğitim almaya çağırılmalılar.
    2. DTDK temelli Türk ulusunun bilgiliğini(ansiklopedisini) oluşturmak da en önemli işlerden biridir.
    3. İRAN gibi, yüksek oranda Türk nüfusuna sahip olan, ancak Türkçe eğitim almayı yasaklayan ülkelere, bu yasakları kaldırmak için elimizden geleni eylemeliyiz.

Bu önerileri ortaya koymak, tabi ki kolay bir iş ancak önemli olan bir işten konuşmak değil onu eyleyebilmektir.

Türk dilinin değişik şiveleri iyice değerlendirilirse, Türk dünyasının kültürel ve siyasal birliğine ulaşmanın süreci kolaylaşacaktır.

Bir Kaşkayı araştırmacısı olarak, İstanbul şivesini Türk dünyasının gelecekteki ORTAK DİL’inin altyapısı bilmek üzere, gelecek on yıllarda daha geniş ve daha kullanımlı bir ortak dil haline getirilmesi umuduyla, TÜRKDİL_ DÜŞÜNCE uğruna, bu yola tüm gücümle devam edeceğim.

TÜRKÇE BİZE YAR OLSUN!

 

 

Kaynaklar:

Menzuri, Naser.  (2009- 2016). Sözlü yazıtlar(ketibehaye şefahi) 1-11 (11Cilid). Tahran: Menzuri, N.

Merdani rehimi, Esedullah. (2007). Qaşqayı sözlüğü. Kum: Ensari.

Doğanli, İsa. (2017). Rudabe Ehmedi ile söyleşiler. (Karaçaylı boyu, Xanehmedli oymağı).

Doğanlı, İsa. (2017). Kouser İmani ile söyleşiler. (Kelbili boyu, Covadxan obası).

Doğanlı, İsa. (2018). İbrahim Rehmani ile söyleşiler. (Eğmür boyu, Doğanlı oymağı).

Nefiseh, Sinafer. (2017). Eliesger Cemrasi ile söyleşi. (Halaç türkü).

Nefiseh, Sinafer. (2017). Rudabe Ehmedi ile söyleşiler. (Karaçaylı boyu, Xanehmedli oymağı).

Nefiseh, Sinafer. İsa, Doğanlı (2016_ 2019). Kaşkay, Halaç, Afşar, Şahseven, Bayat ve İran coğrafyasında yaşayan birçok Türk topluluklarda yakından görüşmeler sonucu elde edilen bilgiler.

Paylaşınız

Dikatınızı çekebilir

Türk töresine dayanan güç

Türk töresine dayanan güç  İSA DOĞANLI “Memalik-i mahrusa-i kaçar” veya Kaçar’ın korunmuş toprakları, birinci Dünya

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Cresta Help Chat
gönder